25 Kasım 2009 Çarşamba

Ev İçin Hedeler

Bir internet sitesi ile karşılaştım az önce. Geyik ev gereçleri, aksesuarlar satıyorlar. Site tabii ki Türk değil ama ülkeye getirtmesi de zor değil.

Bazı örnekler:

     Web tasarımcılar için bira bardağıGorilla Pod - Tripod SaçmalatmacaSuya Işık Verdik! 

Bira Bardağı                    Tripod                             Musluk Modifiyesi

      Korku Filmlik Duş Perdesi ve Yer Havlusu       Nintendo Duvar Kağıtları - Süper Mario 

Banyo Perdesi                                             Süper Mario Duvar Kağıdı

Hepsine ve daha böyle bir sürü geyik icadına BURADAN ulaşmak mümkinat dahilinde.

Yapmayın, etmeyin

Artık gazete, dergi ve televizyon kanallarının haber, makale ve altyazılarında yaptıkları imla hataları çok fazla kabak tadı vermeye başladı. Bünyesinde bir sürü çalışanı olan kurumlar böyle basit hatalar yapmasın, yaptıkları işleri halka sunmadan önce bir-iki kere kontrol etsinler. Hadi en azından manşete bi’ göz atsınlar ya hu!

Bıktım Sizden Tamam mı!

22 Kasım 2009 Pazar

Büzüşen ve İnfilak Etmek Üzere Olan Suratlar

smiling-bob Bazı insanlar kendi çevresinde pek komik bulunmaz, fakat kendilerine komik gelen her şeyi de paylaşmak isterler. Bugün yine böyle bir hayat mağduru ile karşılaştım. 90’ların Saç Şekilleri Hala Hayattaymış’da bahsi geçen sınav gözetmeninden söz ediyorum.

KPDS sınavına gireceğim salona sınava 10 dakika kala ulaştım nefes nefese. Yerime oturdum, adımı soyadımı, TC kimlik numaramı ve kitapçığımın türünü cevap kağıdına kodlayıp imzamı da attıktan sonra şöyle bir etrafıma bakındım. Bir “teyze” diyeyim artık, yanlış yere oturmuş ve gözetmene kitapçığı ile cevap kağıdının oturduğu yerde olmadığını söylüyordu. Teyzenin yanlış yere oturduğu anlaşıldı, oturması gereken yer gösterildi ve bahsettiğim 90’lardan fırlamış gözetmenin suratı bir büzüşme halini aldı, kasılarak öyle kaldı. “Adam gidiyor!” diye ortalığı velveleye vermemek için kendimi zor tuttum, kendisiyle kafa bulmak istiyordum çünkü adam kadın yanlış yere oturdu diye kendi kendine alay ediyordu onunla.

E tabii ki bu onun için komik bir durumdu ve birileriyle de paylaşması gerekiyordu haliyle. Kimbilir bu fırsatı bir daha ne zaman yakalayabilirdi garibim. Gözleri salon başkanına ve diğer gözetmene gidip gidip geliyordu, bir ona bir salon başkanına… Suratındaki kasılmayla birkaç dakika gidip geldi bu, diğerleri bu durumu onun gibi komik bulmamış olacak ki kendi işlerini yapmaya devam ettiler. Sınavın başlamasına 2-3 dakika kalmıştı ki, adamın suratındaki kasılma ilgisizlikten olacak, yavaş yavaş çözülmeye başladı.

Sanırım bir zaman gezgini ile karşılaştım bugün, bir insan bu kadar 90’lı yıllara ait olamaz çünkü.

90’ların Saç Şekilleri Hala Hayattaymış

Bugün dil sınavına girmek için Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne gittim. Hep ilahiyat fakültesinde bulacağım iç huzur ile manevi olarak pozitif bir sınav geçireceğimi düşünüyorken, daha sabah evden çıkıp dolmuşa binmem ile sınav giriş belgemi evde unuttuğumu farketmem bir oldu. Hemen dolmuşçuya “Kaptan müsait bir yerde inebilir miyim?” diye rica ederek, özellikle dolmuştaki hatunlara paniklediğimi çaktırmamaya çalışarak ve giden 1lira70kuruşa yanarak geriye, eve koştum. Soluduğum buz gibi hava yüzünden iyice nefes nefese kaldım ama şükürler olsun ki Pazar günü olduğundan hiç bir tanık yoktu etrafta.

Bunun üzerine sınava girecek bir sürü körpe bedenin metro istasyonunu işgal etmesine, kalabalık yüzünden benim gibi metroya binemeyen bir sürü insanın sinir harbine tanık oldum. Terbiyesizce keşke metro vagonlarında da birer muavin olmasını ve “Ben görüyorum arkada boşluk var, ilerleyelim lütfen!” demelerini istedim, sanki her daim bu muavinlere söven ben değildim.

Daha bitmedi elbet terslikler, fakülteye sınava girecekler için tek kapı açmışlar fakat ortalıkta benim gireceğim salon yoktu, bulduğum bir gözetmen ise “O salon öbür binada, yanlış girişten girmişsiniz” deyip salonu tarif etti ama onun bir suçu olmadığı için “Dübük! Başka giriş mi var!” demedim, içimden de geçirmedim. Vallahi!

Neyse, tarifi aldım benim gibi birkaç mağdurun başını çekerek herkesi salonumuza ulaştırdım. Kesin +rep almışımdır kendilerinden. Sakalları kesmeyince primde tavan yapar oldum bu aralar. Kısacası eşşek olup kendimi Allah’a havale etmem bana salonu buldurmadı malesef.

Çok uzattım, asıl konuya geçeyim. Salona girince en arkaya oturacağımı öğrenip sevindim ama kimseye belli etmedim. Dilcilerin %90’ının hatun olduğunu yaşayarak öğrenen birey olarak bir salonda o kadar çok sap toplamanın büyük bir başarı olduğunu onayladım kendi kendime.

Asıl konuya hala geçmemişim. Asıl konu: Salon gözetmenlerinden bir tanesi gözüme takıldı, hayır hatun değildi kendisi. Takıldığım nokta saçlarıydı. Saçları ortadan ikiye ayırmış, Extra Strong jöleyi kafaya dayamış ve her iki yarım küreyi zıt yönlerde geriye taramıştı bu herif. Yalan söylemiyeyim ben de bu şekilde saçlarıma şekil verdim bir zamanlar ama ta ortaokuldaydım. İçimden bu adamın nesli tükenen yaşam biçimi olarak ilan edilmesi gerektiğini düşündüm ama sonra yakılıp imha edilmesinin daha doğru olacağını düşündüm. Bu adamla alakalı başka tespitlerim de var. Onu da farklı başlık altında yazayım en iyisi, masal anlattım yine uzun uzun.

Not: İnternette bile ortadan ikiye ayrılmış saç örneği ile alakalı fotoğraf bulamadım!

19 Kasım 2009 Perşembe

Klozet İcat Olundu, Nobel Kazanır Olduk

alafranga Tuvaletin hepimizin yaşantısında ayrı ve özel bir yeri olduğunu düşünüyorum, ama tuvaletten kastım alafranga tuvaletler.

Hangimiz alafranga  tuvalette oturup, dirseklerini dizlerine, yüzlerini de ellerine dayayıp dakikalarca oturmuyoruz a dostlar, hangimiz? Düşünsel translara girip, o gün olan bir olay hakkında düşünen, memleket meselelerine, dizilere, aşklara, kısacası her şeye kafa yoran bir halk olduk çıktık. Belki de aydınlanmaya “Avrupalılar tuvaleti, banyoyu bizden gördü, sen ne diyorsun!” dediğimiz, alafranga tuvaleti her türlü gevur icadı gibi geç benimsediğimiz için böyle geç kavuştuk, kimbilir? Belki de her şey alafranga tuvalette saklı idi. Hayatın anlamı bir tuvalette gizliymiş meğer, heyhat!

(Buradan yola çıkarak toplumsal bir mesaj (!) vermemek için kendimi tutamadım: “Şimdi de tuvalette düşünülenlerle idare edilen bir devlette yaşıyoruz”. Çok eğlendim. Cenderecenderecenderecenderecenderecenderecenderecen!)

Neyse, sadede gelir isem ben de tuvalette düşüncelere dalan, geçirdiğim aydınlanma dolu dakikalar yüzünden Hemoroid’in dibine vurmuş bir birey olarak tuvallette bir şeyler okumayı, yazmayı çok severim. En son düşündüğüm şeyleri de sizlerle paylaşmak istiyorum, hepsi bu.

Aym a Veri  Kıriğeytiv Pörsın, Andırsitend? Ha!?

Tıklamak onu büyütür.

17 Kasım 2009 Salı

Korkunçluk Olgusu

Küçüklüğümden beri ailemin, ailemin arkadaşlarının, komşularımızın, kısacası benden büyük herkesin ve bazen de yaşıtlarımın ne kadar şirin olduğumu dile getirmesi bende zamanla kendimden tiksinme alışkanlığını ve davranış bozukluğunu yarattı. Bunda benim de suçum var bittabii, ilkokula kadar “r” harfini telaffuz edemeyişimi, ortaokul yıllarımda toparlak ve kısa bir insan oluşumu kendime yoruyorum artık.

Oysaki daha disiplinli bir şekilde bunları düzeltmeye çalışsaydım, ya da en azından sadece çalışsaydım şu an böyle şeylere kafa yormuyor olabilirdim. Bu yüzden kendimi bir nebze de olsa sert göstermek için elimden geleni yapıyorum. Örneğin yolda yürürken kaşlarımı çatıyorum, ağzıma da sanki küfür edermişçesine bir eğim veriyorum ki “Oha ne kadar da sert” diye düşünülsün hakkımda.

İşte yine bu psikoloji nedeniyle kendimi fotoşop ile şekilden şekilde sokmaya bayılıyorum. Aşağıya da örnekler koydum, fena da değiller.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Haftalık Penguen

12 Kasım Perşembe çıkışlı, 373 numaralı Penguen dergisinde çok acayip bir şey buldum ve tarayıp sizlerle paylaşmak için nasıl bayramlıklarıyla yatarsa insan, dergiyle uyumak istedim heyecandan ama buruşur, kırışır diye yapmadım öyle şey.

Liseden beri dergi olarak, çizer olarak kimler geldi kimler geçti idiyse de benim gönlümün tahtında kalan yegane köşe Lombak ve yegane çizer de Bahadır Baruter olmuştur yıllar yılı. Aşağıda bu haftaki köşelerinden bir karikatür bulacaksınız ve lütfen “bağyan”ın ayağının ucuna bakınız. Ben gülmekten telef oldum.

Seks Tükanı

Karikatürün üzerine tıklayarak yeni bir pencerede daha büyüğüne kavuşmak mümkinat dahilindedir.

12 Kasım 2009 Perşembe

Püsküvüt Reklamı

Ohhhlatan Püsküğüt Şu sıralar aptal kutusunda çok dandik reklamlar yayınlanıyor. En abuk bulduğum reklamlardan bahsedecek olursam, bisküvi yani nam-ı diğer “püsküvüt” reklamları en berbatları.

Öncelikle zaten adında da meymenet olmayan Negro reklamında mikrofon karşısına geçen hoş bayanın ıkınmaları, ohlamaları insanı bi’ koşu bakkala götüreceğine aksi yöne, banyoya koşturtuyor bence. Ürün adı ve reklam senaryosu farklı bir ürün için kullanılmalı kanaatimce.

Bir de “Metro’mu yiyorum görmüyor musun” diyen pörtlek gözlü cadının gözlerinden ve ablak suratından daha sinir bozucu bir şey var ise o da yumruğu indirdikten sonra yine o pörtlek gözleriyle Metrocuğuna bakarken “Ben bir şey yapmadım ki” diyerek suçu elindeki bit kadar “püsküvüt”e atması.

İkinizin de sonu kötü yola düşmek olacak eğer şu çikolata destekli püsküvüt tüketme olayına bir son vermez iseniz. Önünde sonunda o enerjiler bir şekilde harcanacak genç hanımlar, önünde sonunda…

11 Kasım 2009 Çarşamba

AMAN TANRIM

Bir şeyler yazmayalı tam bir hafta olmuş! Üç ayda bir çıkan dergi çalışanlarının üşengeçliğinden tiksinen ben, acaba günbegün onlardan birine mi dönüşüyordum? Olamazdı, olmamalıydı.

Efendim, güzel Ankara’mızın kış aylarında muhtelif yerlerimizi dondurup, bağırsak ve bilimum organlarımızı gaz ile doldurmak dışında şu sıralar başka bir güzelliği de var: grip salgını. Hem sağlık açısından mağdurum, hem de maddi olarak mağdurum. Gazetede bir İngiliz hanımefendinin otobüste öksürdüğü için domuz gribidir diye otobüsten atılmasını okuduğumdan beri sokağa adım atamıyorum, attığımda ise taksiye biniyorum çünkü taksicilerin işin parasına baktığını bildiğimden sorun çıkartmayacaklarını düşünüyorum. Zaten görüşmediğim komşularım bana kıl olmasınlar, öksürürken duymasınlar diye evimde bile yatağımın içinde öksürüyorum.

Kendime acil şifalar diliyorum.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Aklıma Takılan Uzun Tümceli Eylemler

  • Sokakta kendi kendine yürürken aklına komik bir şey geldiğinde gülmemek için yüzünü el ile kapatmak ya da dudağını ısırmak sureti ile  kendi neşesini bastırmak.
  • Yağmur yağarken koşsa mı, yürüse mi diye düşünüp durup, ne yapacağını kestirememek.
  • Gece yatmadan sabah her zamankinden daha erken kalkmaya karar verip, sabah olduğunda her ne olursa olsun bu karardan vazgeçmek.
  • Uygunsuz durumda erekte olmanın akabinde birinci dereceden bir yakın akla getirerek kendi şehvetini bastırmak.
  • Ayaktan çıkan çorabın tazeliğini tartmak için burna yaklaştırıp hatta değdirip koklamak.
  • Bir devlet dairesine ne zaman gidilse bilgisayar ekranında solitare, tavla, okey gibi oyunları, sosyal ağ web sayfalarını açık, oyunu yarıda kesilen memurun çehresini kızgın görmek.
  • Yağan yağmurun ardından altına su girdiğine kesin kanaat getirilen kaldırım taşlarının üzerinden mayın tarlası oynarmış gibi tedirginlikle yürümek.
  • Fotoğrafçının bir vesikalık resim için vücudun tüm uzuvlarını evirip çevirmesine ses çıkaramamak, boyun eğmek.

3 Kasım 2009 Salı

Komple Teoriler

Asla komplo değil yazacaklarım, hepsi komple teoriler. Biliyorsunuz ki uluslararası ilişkilerde restler çekiliyor, notalar alınıp veriliyor, seyahatler düzenleniyor ama medyaya yansıyan olumsuzluklar iki gün sonra bıçak gibi kesiliyor. Ben de hükümet muhalefetlerinin medyada yansıyan demeçlerinden, hükümetin gündemi bu günlerde  nasıl değiştirdiklerini yazıyorum.

1- Domuz Gribi

Bütün sağlık yetkilileri ayarlanmış durumda, medyaya bilgi verirlerken bu dönemde olan grip vakalarının hepsinin domuz gribi olduğunu söylüyorlar. Daha geçen seneye kadar bu dönemde grip olmanın nedeni mevsim değişikliği iken bu sene muhakkak domuz gribidir deniyor. Demokratik açılım sarpa sarınca hükümet “hepimiz ölüceeeezz"!” diyerek halkın dikkatini değiştirme çabasında. Sabah akşam gazete, televizyon ve radyolarda domuz gribini dinliyoruz. İnsanımız o kadar korktu ki bi işe yaramayan, onları virüslerden koruyamayacak ince bezden oluşan uyduruk maskelerle geziyorlar özellikle Ankara’mızda.

2- Ergenekon Dalgaları

Ne zaman gündemi hükümet aleyhine haberler doldursa, bir yerden bir Ergenekon Davası’nın yeni bir dalgası patlak veriyor, bilindik birileri içeri alınıp duruyor. Gündem de haliyle bunların üzerine yoğunlaşıyor, aleyhteki vakıalar unutulup gidiyor.

3- Hükümete Komplo Düzenleniyor

Yine hükümet bir şeyleri eline yüzüne bulaştırdığında derhal bir ordu yetkilisi uzun zamandır hükümeti devirmek için uğraşıyor oluyor. Sonuç ise tam zamanında ele geçirilen belgelerle tehlikenin bertaraf edilmesi ve günün kurtarılması (Power Puff Girls iş başında).

Teorilerin hepsi deli saçması değil ama daha önemli bir nokta var ki bunlara bakarak söylenebilecek, çok unutkan ve gaz verilmeye müsait bir milletiz. İster yukarıdaki gibi gündemlerle, ister farklı şekillerde oynatılıyoruz hep.

2 Kasım 2009 Pazartesi

Laf Esprisine Müebbet Yediler

Allah Sizi Islah Etsin Biliyorum, bir gazetede çalışsam daha kaliteli ama yine de dikkat çeken başlıklar ve manşetler atabilirim ama asıl anlatacağım ne kadar mükemmel bir şahsiyet olduğum değil tabii ki. Mütevazi adamım ben.

Dün gibi hatırlıyorum o günü, o zamanlarda aklımın ermediği ama şimdi hep  balkona sabahlığıyla çıkarken gördüğümü hatırladığımda delicesine çekici olduğunu idrak ettiğim ve üstüne üstlük bekar olan karşı komşumuzu misafir ediyordu annem evimizde. Pasta, börek yanında bardak bardak içilen çaylar, annemin daha bırakmasına bir kaç yıl daha olan karşılıklı tüttürülen sigaralar ve artık özel kanallarla tanışmış ama yine de bir farklılık isteyen, o zamanlarda en ufak değişiklikte bir heyecan girdabına kapılan ben deniz televizyonun ayarlarıyla oynuyor, sanki kulağıma fısıldanmış gibi Kanal 6’yı yayına girer girmez elimle koymuş gibi UHF ayarlarından buluyor, e tabii Red Kit’i de görünce annem ve çekici ve dahi bekar komşumuzun yanına bağıra bağıra koşuyor, ikisinin de aklını alıyordum.

kanal_6 İlk tanışmam aynen böyle oldu Kanal 6 ile, sahibi de Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal’dı. Ahmet Özal’a hep bir sempati beslemişimdir küçükken çünkü kanalında adam resmen bana çalışıyordu yayınladığı çizgi filmleri ile olsun, “Çeki Çen” filmleri ile olsun. Gayet mutlu mesut Kanal 6 ile yaşarken, bir başka değişiklik daha oldu; yüzlerinde su çiçeği çıkarmış gibi intiba uyandıran izler olan iki tane  deli adam daha orta okul bebesi olan beni bile tiksindirecek muhabbetler yapıyorlardı, adına da “Müebbet Muhabbet” diyorlardı. Espri anlayışı ben kadar gelişmemiş ablamla hayretler içersinde bu iki manyağın ne kadar da kalitesiz espriler yaptıklarına şahit oluyor, bir süre sonra da gülmeye başlıyorduk. Bu iki adam iki kelime ile anlatacak olursam, iğrenç ama komiklerdi.

Daha sonra teknoloji gelişti tabii, VHS kasetlerden para kazanma devri bitince, TV’yi bir ATM gibi çalıştırmanın yolu bulundu, Digiturk icat olundu ve bu iki deli burada Sinek TV diye adı kendilerinden beter bir kanalda program yapar oldular. Sonra da arada bir  reklamlarda görüp ölüp ölmediklerinden haberdar olduğum şahsiyetlerin ödüllü internet sitelerine girmemle bu sefer ablamsız hayretler içinde ekrana bakakalmam bir oldu.

Bu iki sapık ruhlu insan bir mizah dergisi çıkarıyorlarmış, 4 Kasım 2009’da yayına giriyor. Bu adamların ne kadar tehlikeli olduklarını yeni dergilerinin kapağına buradan bakarak anlayabilirsiniz. Evet tüm bu hikayeleri şu linke bir bakın diye anlattım, anlattıklarımın bir sağlamasıdır çünkü.

Tek tek, tane tane, anlaşılır bir biçimde açıklayınız

images Yıllardır TV’de bir Teke Tek programı vardır böyle başlangıcında küçüklerin “dıkşşş!! dıkşşş!!” diye arabaları birbirine çarpıştırdığı gibi iki okun birbirine çarpıştığı, lakin bir de gazetede bunun köşe yazısı vardır, bu köşe yazısının da bir köşe yazarı, Fatih Altaylı vardır. Kendisi hiç üşenmez, günlük yazar ve yazısına mutlaka bir kutucukta da “Ne zaman adam oluruz” diye bir bölüm ekler. Her gün üşenmeden yazdığı köşesinde yine hiç üşenmeden sürekli kendince felsefi, ne bileyim, hitap ettiği tebaya bir alaylı biçimde bu bölüme de yazar durur.

Fatih Bey’in bu itinalı, özverili, efendime söyliyeyim hummalı çalışması için tebrik edilmesi şart fakat şunu da muhakkak kendisine sormak gerekiyor ki, yıllardır yazdığınız köşenizde bir senede bu halkın adam olamamasına sebep gösterdiğiniz nedenleri topladığımızda yılda üçyüzaltmışbeş adet sorunlu konu ortaya çıkar ki, senelerdir bu köşeyi yazdığınızdan dolayı bu halkı ister istemez bir mahvolmuşluğun, bir yeniden onarılamazlığın, bir girabın içine de attığınızın farkında mısınız?

Sizden, en azından köşenizin bu bölümünü en çok haftada bir yayınlamanızı rica ediyorum ki hiç olmazsa herkesin kendini onarıp, sizin gözünüzde “adam” olabilmesi için yeterli bir zaman dilimine sahip olması mümkün kılınsın.

Bence tek tek, anlaşılır bir şekilde söylendiğinde –ilkokul öğretmenimin dediği gibi– anlayamayacağımız şey yok. Sizi mutlu etmek için sabırsızlanıyoruz efendim.